EKONOMİ VE EĞİTİM
Dünya genelindeki konjonktürel sorunlar ile iç piyasada finansmana erişimde yaşanan zorluklar; döviz kurlarında ve girdi maliyetlerinde kontrol edilemeyen artışlarla birleşince, özellikle üretim alanında faaliyet gösteren şirketlerimiz ciddi şekilde zorlandı. Bunun sonucunda, son yıllarda benzeri görülmemiş ölçüde konkordato başvuruları gündeme geldi.
Bu gelişmeler, ekonomik kalkınmanın sürdürülebilirliğinin yalnız sanayi ve altyapı projeleriyle değil; aynı zamanda eğitime, beceri geliştirmeye ve insan kaynağına yapılan yatırımlarla mümkün olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Gerçekten de eğitim, yalnız bireylerin yaşamlarını değil, bir ülkenin ekonomik ve sosyal geleceğini de şekillendiren en güçlü unsurlardan biridir.
Dünya, yapay zekâdan biyoteknolojiye; kuantum bilişimden uzay teknolojisine kadar çok geniş bir alanda köklü bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Türkiye’nin bu dönüşümde etkin bir şekilde yer alabilmesi için, eğitim politikalarının çağın ihtiyaçlarına uyum sağlaması kaçınılmazdır. Elbette, eğitimde teknoloji önemli bir değerdir ve doğru kullanıldığında büyük fırsatlar sunar. Yapay zekâ “ne öğretileceğini” sunabilir; ancak “neden” ve “nasıl” sorularını, yani insanı ve değerleri merkeze alan bir eğitimi kavrayamaz. Çünkü insan, ‘beşer’ olarak doğar; ancak süreç içerisinde ‘insan’ olur. Dolayısıyla, insan olan değil, insan olabilen bir varlıktır. Bunun için kendine değerler seçmesi, onları içselleştirmesi, sorumluluk alması ve bu değerleri bir bedende somutlaştırması gerekir.
Bu bağlamda Güney Kore, eğitimin kalkınmadaki rolüne dair önemli bir örnek teşkil etmektedir. 1980’li yılların başında Türkiye ve Güney Kore’de kişi başına düşen millî gelir 1.000 doların altındaydı. Ancak aradan geçen yıllar içerisinde Güney Kore, bu göstergede Türkiye’nin neredeyse üç katı bir seviyeye ulaştı. Bu farkın temelinde, Güney Kore’nin eğitim sistemine ve insan kaynağının niteliğine yaptığı uzun vadeli yatırımlar yer almaktadır. Eğitim reformlarına odaklanarak orta gelir tuzağından çıkan Güney Kore, yüksek katma değerli üretime dayalı bir ekonomik model inşa etmeyi başarmış ve bu modeli sürdürülebilir kılan bir eğitim altyapısı oluşturmuştur.
Beşerî sermayenin stratejik kullanımıyla ekonomik dönüşümün mümkün olduğuna dair bir diğer çarpıcı örnek Vietnam’dır. 2008 yılında, yüksek teknoloji ihracatında Türkiye ve Vietnam benzer seviyelerdeyken; Türkiye bu alanda neredeyse yerinde sayarken, Vietnam 2022 itibarıyla 136 milyar dolarlık yüksek teknoloji ihracatına ulaşarak Türkiye’nin 20 kat üzerine çıkmıştır.
Eğitim ile ekonomik büyüme arasındaki bağlantıyı daha iyi anlayabilmek için ülkelerin üretim yapılarının karmaşıklık düzeyine ve ihracatlarının niteliğine odaklanmak gerekir. Harvard Üniversitesi Uluslararası Kalkınma Merkezi tarafından hazırlanan Ekonomik Kompleksite Endeksi (ECI), bu açıdan en önemli göstergelerden biridir. Türkiye’nin bu endekste 42. sırada yer alması, üretim yapısının karmaşıklığının ve dolayısıyla rekabet gücünün sınırlı olduğunu göstermektedir.
Bununla birlikte, daha da dikkat çekici olan gösterge Kompleksite Görünümü Endeksi’dir (COI). Bu endeks, Türkiye’nin mevcut üretim altyapısıyla daha karmaşık ve yüksek katma değerli üretime geçiş yapabilme potansiyelini ölçmektedir. 2022 itibarıyla Türkiye, bu endekste dünya sıralamasında 1. sıradadır. Bu veri, Türkiye’nin gerekli dönüşümleri hayata geçirmesi halinde küresel rekabet gücünü artırarak önemli bir ekonomik sıçrama gerçekleştirebileceğini göstermektedir. Ancak bu potansiyelin hayata geçmesinde en kritik faktör eğitimdir. Çünkü sürdürülebilir ekonomi, kaliteli ve donanımlı insan kaynağıyla mümkündür. Japonya, Çin, Güney Kore, Singapur ve İsviçre bu konuda örnek alınabilecek ülkelerdir.
Bu nedenle, artık “Düşün Ekonomisini” harekete geçirmek gerekmektedir. Bu ekonominin temel formülü şudur: Düşün – hayal kur – çalış – itiraz et (eleştirel düşün). Bu sayede inovasyona dayalı, yüksek katma değerli ve dünya ile rekabet edebilecek ürünler ve markalar ortaya çıkarmamız mümkündür.
Biz bunun güçlü sinyallerini Türkiye’nin genç ve dinamik nüfusu sayesinde, 17. Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı’nda gördük. Umutlarımız yeniden canlandı. Eğer eğitim reformlarını yalnız bugünün değil, yarının ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde tasarlayabilirsek, Türkiye küresel rekabet sahnesinde etkili bir aktör olacaktır.
Bu yüzden son sözümüz şudur:
“Eğitim her şeydir.”
Ve unutulmamalıdır:
“Yalnız eğitilmişler özgürdür.”