Türkiye yıllardır tarımsal potansiyeli yüksek, ancak değer zinciri zayıflamış bir ülke görünümünde. Sahadan gelen veriler; üreticinin, sanayicinin ve ihracatçının aynı anda sıkıştığını gösteriyor.
Enflasyon, artan maliyetler, finansmana erişim zorlukları ve yüksek faiz ortamı tarım sektörünü derin bir kısır döngünün içine itmiş durumda. Geçtiğimiz yıl karnabahar ve brokolide yaşanan fiyat dalgalanmaları bu döngünün en çarpıcı örneklerinden biriydi. Ürün azlığı fiyatları yükseltti, sanayici ihracat yapamaz hale geldi, düzenli müşteriler kaybedildi.
Bu yıl ise tersine fiyatlar düşük ama maliyetler öyle arttı ki sanayici hammadde almak istemiyor, üretici ise malını elinde tutmak zorunda kalıyor. Benzer tablo mandalinada da yaşandı; geçen yıl yüksek fiyat beklentisiyle hareket eden üretici bu yıl yarı fiyata dahi satış yapamıyor. Oysa kaybedilen pazarların geri dönüşü yıllar alıyor ve bu dalgalanma Türkiye’nin ticari itibarını zedeliyor.
Tarımın en temel sorunlarından biri finansman. Üretici yüksek faizle borçlanamıyor, sanayici yatırımını erteliyor, ihracatçı işletme sermayesine ulaşamıyor. Planlama yapılamadığı için arz-talep dengesi her yıl daha fazla bozuluyor.
Bu ortamda kimse uzun vadeli plan yapamıyor. Tarım gibi toprağa, iklime ve takvime bağlı bir sektörde bu durumun sürdürülebilir olması da mümkün değil. Bu yıl para etmeyen ürünün gelecek yıl ekilmeme riski de oldukça yüksek.
Tarım ekonomisinde ‘örümcek ağı teorisi’ tam olarak bunu anlatır: Fiyat oynaklığı üretimi bozar, üretim azalır, ardından fiyat tekrar yükselir; sonra yeniden arz patlaması gelir…
Bu döngü asla bitmez.
Türkiye yıllardır bu döngünün içinde kaybolmuş durumda.
Öyle ki dünyanın en fazla çilek üreten ülkelerinden biri olan Türkiye’de Mısır menşeli dondurulmuş meyve ürünlerinin pastanelere pazarlanması bile mümkün hale geldi.
Bu kısır döngünün kırılması için ihracatın sürekliliği hayati önem taşıyor. İhracat durduğunda fabrikalar hammadde alımını kesiyor, çiftçi malını satamıyor, üretim ertesi yıl düşüyor ve ithalat bağımlılığı artıyor. Dolayısıyla tarımda istikrar, doğrudan ihracatın devamlılığına bağlı.
Bu yapısal sorunları aşmak için Türkiye’nin sonuç odaklı finansal mekanizmalara ihtiyacı var. Çin’in tarımsal modelinde olduğu gibi ürün bazlı finansman, düşük maliyetli krediler ve navlun destekleri, tarladan fabrikaya uzanan zinciri canlı tutuyor. Türkiye’nin de Tarım Payı Fonu’nu bu amaçla yeniden kurgulaması, üreticiye, sanayiciye ve ihracatçıya eş zamanlı etki eden güçlü bir kaldıraç oluşturabilir. Ürün bazlı izleme sistemleri, sözleşmeli üretim, risk paylaşan fonlar ve makul kârlılık üzerine kurulu yeni bir ekosistem ise hem arz-talep dalgalanmalarını hem de fiyat şoklarını kontrol altına alabilecek araçlardır. Haftalık izleme ve dinamik müdahale sistemi ise üretimin ve ihracatın her yıl tehlikeye düşmesini engelleyecek bir güvenlik ağı işlevi görür.
Tüm bunların yanında ihracatçı gıda firmalarına stratejik ithalat imtiyazı tanınması, piyasayı bozan fırsatçı ithalatçılara karşı koruma sağlarken üretim–sanayi–ihracat zincirinin devamlılığını güvence altına alır. Bu, sınırsız ithalatı savunan bir yaklaşım değil; tam tersine kontrollü ve anlık müdahaleyle ülke üretimini koruyan daha akıllı bir sistemdir.
Türkiye’nin tarımı plansızlıkla değil, akıllı finansman araçları ve ihracat odaklı stratejik desteklerle ayağa kalkabilir. Bu dönüşüm sağlandığında çiftçinin ürettiği, sanayicinin işlediği ve ihracatçının sattığı sürdürülebilir bir tarım modeli mümkün hale gelir. Kazanan ise yalnızca sektör değil, Türkiye’nin tamamı olur.