Küresel ekonomide resesyon yaşanması endişeleri giderek artmaktadır. Uluslararası finansal piyasalar birkaç aydır dünya ekonomisinde bir resesyon yaşanması olasılığını yansıtan fiyatlamalar yapmaya başlamıştır. Bu çerçevede küresel resesyon endişesini değerlendirelim;

Dünya ekonomisi 2017 yılında yüzde 3,2 büyürken dünya mal ticareti de yüzde 7,6 genişleme göstermişti. Küresel kriz sonrası dünya büyümesi ve ticareti açısından en iyi yıl 2017 olmuştu. Ancak 2018 yılı başından itibaren ABD’nin başlattığı ticarette korumacılık uygulamaları küresel ekonomide ivme kaybına yol açtı. Dünya ekonomisi 2018 yılı ikinci yarısından itibaren yavaşlamaya başladı. Jeopolitik riskler ve yaptırımlar ile Brexit belirsizliği de korumacılık önlemlerine eklenince ivme kaybı giderek hızlandı.  

2019 yılının ilk yarısında ise dünya ekonomisinde büyüme yüzde 2,6’ya kadar gerilemiş bulunmaktadır. Dünya mal ticaret ise yılın ilk yarısında yüzde 2,4 daralmıştır. Dünya sanayi üretimi 2019 yılı Mayıs ayından itibaren gerilemeye başlamıştır. Beklentiler ve yatırım iştahı da bozulmaktadır. Tüm bunların bileşenleri sonucu olarak da küresel ekonomide resesyon yaşanacağı endişeleri giderek yaygınlaşmaktadır.   
  
Öncelikle küresel ekonomide önce ivme kaybına sonra da resesyon beklentilerine yol açan unsurlar aynen durmaktadır ve çözüm olasılıkları da zayıflamaktadır. ABD ile Çin arasında ticaret müzakerelerinin bir anlaşma ile sonuçlanması ümitleri azalmaktadır. Asya’da Güney Kore-Japonya korumacılık savaşına katılmış gibi görünmektedirler.  ABD otomotiv ithalatında özellikle Avrupa Birliği’ni etkileyecek korunma önlemlerine her an başlayabilecektir. Hindistan ile ABD arasında da korunma önlemleri başlamıştır. Tüm bu uygulamalar küresel ticarette daralmayı hızlandırabilecek ve resesyon yaşatabilecektir.

Diğer bir unsur olarak Büyük Britanya’nın Avrupa Birliği’nden anlaşmasız ayrılığı artık en yüksek olasılık olarak görülmektedir. Brexit sürecinin uzaması şimdiye kadar daha çok beklentileri olumsuz etkilemiştir.   Ancak anlaşmasız bir ayrılığın AB ve Büyük Britanya ekonomisi üzerinde fiili etkisi çok daha kuvvetli olacaktır. Bu da başta Almanya olmak üzere yavaşlayan Avrupa Birliği’ni resesyon eşiğine taşıyabilecektir.

İran ve Venezuela gibi ülkelere uygulanan sert ve çok kapsamlı yaptırımlar ise sadece bu ülkeleri değil, Orta Doğu ve Körfez ile Güney Amerika bölgesindeki iktisadi faaliyetleri olumsuz etkilemektedir. Yaptırımlar karşılıklı tehditler ile devam edecek gibi görünmektedir ve bunlar da olası bir resesyonu besleyecektir.
Uluslararası finansal piyasaların resesyon beklentisi ise daha çok ABD içindir ve fiyatlamalar da buna göre işaretler vermektedir. Ancak ABD’nin mevcut büyüme dinamikleri ve temposu henüz bir resesyon işareti vermemektedir. Merkez bankası FED ABD için bir resesyon riski görmemektedir. IMF de ABD’nin 2019 büyüme beklentisini yüzde 2,6’ya yükseltmiştir ve 2020 için de yüzde 1,9 büyüme beklemektedir. ABD resesyonlarını önceden haber veren tahvil fiyatlamaları ise yakın zamanda bir resesyona işaret etmektedir. Ancak muhtemelen finansal piyasalar 2008 krizi dersleri ile bu kez de önceden abartılı bir fiyatlama içine girmiş bulunmaktadır. Reel göstergeler ABD’de resesyon beklentilerini desteklememektedir.

Mevcut koşulların sürmesi halinde bir resesyon olmasa dahi 2020 yılında dünya ekonomisi daha da yavaşlayacak ve durgunluğa yakın bir büyüme gerçekleşecektir. Mal ticareti ise muhtemelen 2019 ve 2020 yılında durağan bir eğilim içinde olacaktır.
Bu beklentilerimizi resesyon yaşanması şeklinde değiştirecek olan ise ABD ile Çin arasında ticaret savaşlarının daha da sertleşmesi ve küresel ölçekte yaygınlaşması olacaktır. Resesyon endişelerine tamamen son verecek olan da ABD ile Çin’in anlaşması ve korumacılık önlemlerinin kaldırılması olacaktır. Anlaşmalı veya anlaşmasız Brexit de senaryolara şekil verecektir.

ABD ve AB ile diğer ülke merkez bankaları da bu koşullar ve beklentiler içinde piyasa dostu ve genişlemeci para politikaları uygulayacaktır. Ancak ticaret savaşları artarak yaşanırken merkez bankalarının genişlemeci politikaları uygulaması sadece olası bir resesyonu geciktirecektir. Bu nedenle merkez bankaları da yeterli olamayabilecektir.