Günümüzde serbest ticareti savunan pek çok gelişmiş ülkenin, geçmişte gümrük tarifeleri ve korumacılık uygulamalarının fanatik bir savunucusu olduğunu iddia etmek ne kadar zor gözükse de bu aslında tecrübe edilmiş bir gerçek. Öncelikle 17. Yüzyıl ve 18. Yüzyılın ilk yarısında İngiltere, 19. Yüzyılda ABD, Fransa ve Almanya, 20. Yüzyılda ise Japonya bu akımı takip eden önemli ülkeler arasındalar. Ancak bu ülkelerin korumacılık uygulamalarını ısrarla takip etmelerindeki en kabul edilebilir savları ise yeni sanayilerini (bebek endüstrilerini) olgunlaşana kadar dış rekabetten koruma güdüleri olmuştur. Bunların tamamı da geçici bir süre için izlenen politikalardır (Türkiye’de de 1933-37 Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ve 1963’ten itibaren uygulanan Beş Yıllık Kalkınma Planları da bu kapsamda düşünülebilir). 1929 Krizi ve II. Dünya Savaşı süreçlerinde gümrük tarifeleri ve korumacılık uygulamaları ülkeler arasında bir ekonomik savaşa dönüştüğü için 1945 sonrası Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT, 1995’ten itibaren Dünya Ticaret Örgütü) kapsamında dünya ticaretinin serbestleştirilmesi, tarife ve korumacılık uygulamalarının azaltılması konusunda ciddi çalışmalar yürütülmüştür.  

Uzunca bir süre dünyanın gündeminde ciddi bir yer tutmayan gümrük tarifesi ve diğer korumacılık uygulamaları, ABD’de ikinci kez başkanlık görevine gelen D. Trump’ın Çin, Meksika ve Kanada’ya yeni gümrük tarifelerini dayatacak kararnamelere imza atmasıyla yeniden gündemin üst sıralarına yerleşti. ABD’nin yeni sanayilerini koruma amacıyla olmasa da, diğer ülkelerin rekabeti karşısında korunmasız kalan yerli üreticilerini koruma amaçlı bu adımları atmaya başladığı düşünülebilir. Fakat bu düşünce fazla uzun sürmedi ve ABD, gümrük tarifelerini ülkelere karşı kendi amaçlarını dikte ettirmek için bir güç olarak kullanmaya başladı. Karardan kısa bir süre sonra Kanada ve Meksika kaçak göçmen ve uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele amacıyla ABD sınırındaki güvenliği arttırma konusunda hızlıca adımlar attılar. Bunun üzerine alınan gümrük vergilerine ilişkin kararlar bir ay süreyle askıya alındı. Hatta düzensiz göçmenleri başta kabul etmeyen Kolombiya da yaptırım tehdidi karşısında bu tutumundan vazgeçmek durumunda kaldı.

Diğer taraftan, Avrupa Birliği ülkeleri de çelik ve alüminyum ithalatı için konulan % 25 gümrük tarifesi kapsamına dahil edilince tarifelerin kapsamı Avrupa’yı da içine alacak şekilde genişlemiş oldu. AB ülkeleri enerji krizi, göçmen krizi, verimlilik krizi, Rusya-Ukrayna krizi gibi çok sayıda ekonomik ve siyasi krizin yanında tarife krizi gibi yeni bir krizle de baş başa kalmış durumdalar. AB’deki ekonomik ve siyasi zayıflama kendisini bu dönemde daha çok hissettirmeye başladı. Rusya-Ukrayna görüşmelerinde ABD’nin doğrudan Rusya’yı muhatap alması da AB’ye vurulan son darbe oldu. Türkiye açısından bakıldığında yeni fırsat ve tehditler de masada. Artık, AB’nin Türkiye’ye yakınlaşması ekonomik ve diplomatik bir zorunluluk haline geldi. Genç nüfusa sahip olan ve teknolojik yatırım üssü olma yolundaki Türkiye, AB için iyi bir fırsat. Türkiye için Ortadoğu’daki etki alanı ise ABD’nin bölgedeki konumuna bağlı olarak belirsizliğini koruyor.

The Economist dergisinin 11 Mayıs 2024 tarihli sayısında yer verilen “Yeni Dünya Düzeni” başlıklı haritada, dünya haritası parçalanmış ve gelişigüzel şekilde yeniden yapıştırılmıştı. Bugün artık yeni dünya düzeni ve yeni küreselleşmenin ayak sesleri daha yakından işitilmeye başlandı. Mevcut tarifeler ve tarife tehdidi üzerinden yürütülen yeni küresel diplomasi yeni birliktelikleri ve yeni küresel güçleri sil baştan oluşturmaya başlayacağa benziyor. Türkiye’nin bu dönemde küresel barışa katkı sağlayıcı duruşu, ekonomik kazanımları üzerinde de daha belirleyici bir role sahip olacaktır.