20. yüzyıla damga vuran en önemli gelişmelerden bir tanesi ABD ile SSCB arasındaki Soğuk Savaş süreciydi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı ve Doğu Blokları çerçevesinde örgütlenen küresel sistem içerisinde ABD ile SSCB rekabeti sıcak çatışmaya dönüşmese de, ideolojik üstünlük mücadelesi dünyanın geri kalanını da önemli ve geri dönülemez tercihler yapmaya zorladı. İki ülke arasındaki rekabet sadece dünya ile sınırlı kalmadı ve mücadele alanı bir süre sonra uzaya yayıldı. 1957’den itibaren SSCB ilk uyduyu, ilk canlıyı (Layka isimli sevimli bir köpek) ve ilk insanı uzaya gönderse de 1969 yılında ABD Ay’a ilk inişi gerçekleştirerek SSCB’ye ciddi bir karşılık verdi. İnsansız ve insanlı olarak gerçekleşen uzay misyonları o dönemlerde iki ülke arasındaki kör rekabete dayanıyor gibi görünse de, bugün artık uzay pek çok bilimsel çalışmanın gerçekleştirildiği ve şimdilik barışın sağlandığı bir alana dönüştü. Tabii ki bu iki ülke arasındaki rekabete dayalı girişimler olmasaydı uzay çalışmaları alanında insanlık olarak muhtemelen şimdi olduğumuzdan çok daha gerilerde olacaktık. Uzay çalışmaları Newton’un “Devlerin Omuzlarında Yükselme” ilkesinin yansımalarını bizlere fazlasıyla sunuyor. Günümüzde uzay rekabeti artık iki ülke ile sınırlı değil. Pek çok ülke artık uzaya yönelik çeşitli hedef ve misyonlar gerçekleştiriyor. Türkiye de uzay çalışmalarında yeni bir aktör ve bununla ilgili de önemli hedefler koymuş durumda. 2018 yılında kurulan Türkiye Uzay Ajansı ve 2021 yılında açıklanan Milli Uzay Programı’ndan çok kısa denilebilecek bir süre sonra Milli Uzay Programı hedeflerinden biri gerçekleştirildi ve Alper Gezeravcı uzaya çıkan ilk Türk Astronot oldu. Gezeravcı, Uluslararası Uzay İstasyonu’nda 22 gün boyunca 13 farklı bilimsel deneyin gerçekleştirilmesine katkı sağladı. Sırada Türkiye’nin kendi imkanlarıyla gerçekleştireceği Milli Uzay Programı’nın diğer hedefleri bulunuyor. Bunlardan birisi de Ay’a yumuşak inişi gerçekleştiren ülkeler arasında yer almak.

Uzay, ülkeler için artık bir ekonomik rekabet alanı haline geldi.

Küresel ekonomik rekabet, içinde bulunduğumuz yüzyılın kalan bölümünde uzaya daha fazla taşınacak. Uzayda yaşam var mı sorusu pek çok kişinin merak ettiği soruların başında gelse de bu merak uzay çalışmalarının sadece görünen kısmını bizlere ifade ediyor. Ülkeler dünya ticaretinden daha fazla pay alabilmek için ürünlerini belirli bir kalite ve teknolojiyle donatmak, aynı zamanda da bu üretimi mümkün olan en düşük maliyetle gerçekleştirmek durumunda. Uzay, verimliliği yüksek hammadde ve enerji kaynakları ile birlikte yeni üretim metotlarına imkan sağlayabilecek önemli bir alan. Üretim için hammadde kaynakları olmazsa olmazdır. Bu sebeple dünyada nadir bulunan elementler için Ay önemli bir alan. Zaten yapılan tahminler de ay yüzeyinin altında 1,6 milyar ton maden rezervi olduğunu gösteriyor. ”Asteroid Madenciliği” kavramı bundan böyle hayatımızın önemli bir parçası haline dönüşebilir. Elbette hammaddeyi bulduktan sonra bunların ara malı ve nihai ürün aşamalarına dönüşüm süreçleri var. Kısaca, uzayda üretim konusu da çok tartışılan bir konu. Şimdiden tarımsal ürünler, enerji ve devasa uyduları uzayda inşa etme fikirleri gündemde. Zaman içerisinde hayatımızı değiştiren ve belki de günlük rutinimiz olan mobilya, beyaz eşya, otomobil veya bilgi-iletişim teknolojisi ürünler “Made in Space” etiketleriyle hayatımızda yer almaya başlayacak. Günümüzün lojistik maliyetleri dikkate alındığında bu durum şimdilik zor gibi duruyor. Çünkü dünya ve uzay arasında 1 kg yükün taşıma maliyeti yaklaşık olarak 20 – 30 bin $ arasında. Ancak, Japonların çılgın projeleri arasında yer alan Space Elevator (Uzay Asansörü) bu yüzyılın yarısından sonra maliyetleri oldukça aşağıya çekebilir. Dünyadaki ekonomik ve ekolojik sorunlar ile kaynak yetersizlikleri ülkeleri yeni üretim sistemleri bulma konusunda farklı fikir arayışlarına yönlendiriyor. 19. Yüzyılda sanayi devriminin ortaya çıkardığı yeni düzene ayak uyduramayan ülkeler şu anda da ekonomik yönden gerekli refah seviyesine ulaşamamış durumda. 21. Yüzyıl da kendi dönüşümünü beraberinde getiriyor. Bu çağda da uzay çalışmalarında geride kalan ülkeler için gelecek yüzyıllar ekonomik refah açısından kayıp yüzyıllara dönüşebilir. Fakat, “Devlerin Omuzlarında Yükselme”ye devam edenler için gelecek aydınlık.