Ülkemizin yaşadığı deprem felaketinde hayatta kalma mücadeleleri devam ederken yasımız, üzüntümüz hiçbir zaman bitmeyecek. Yaralarımızı sarmaya çalışırken, kayıpların yeri hiçbir zaman dolmayacak. Bilimsel ilkeleri ve yönetmelikleri göz ardı eden kentleşme ve yapılaşma politikaları ile yetersiz denetim ve yasaya uygun olmayan uygulamalar nedeniyle doğal afet, bir kez daha toplumsal bir felakete yol açmış durumda. Ama bir taraftan da geride kalanların, hayata devam etmek durumunda olanların yeniden hayata tutunabilmeleri için yaşam koşullarının uygun hale getirilmesi ve ikincil felaketlerin meydana gelme riskinin ortadan kaldırılması gerekiyor. Dolayısıyla depremin yol açtığı çevresel etkileri doğru planlama ile yönetmek oldukça önemli.

Depremin yol açtığı çevresel etkiler; su kirliliği, hava kirliliği, toprak kirliliği, ekosistemin bozulması ve biyoçeşitlilik kaybı ve atıklar (yıkıntı atıkları, tehlikeli atıklar, tıbbi atıklar, evsel ve diğer atıklar) olarak sıralanabilir. 

Birçok ilde ağır hasar yaratan ve bazılarını da yerle bir eden muazzam boyutlu bu afet, hava ve su kaynakları üzerinde ciddi bir kirliliğe sebep olmuş durumda. Diğer bir çevresel sorun da afet de önlem alınmadığı takdirde kısa zamanda ciddi sorunlar doğuracak olan atık problemi ile baş gösteriyor. Depremin yaban hayatı üzerindeki etkileri henüz bilinmiyorken, bölgedeki madenler ve sanayi bölgelerinde depremin yol açmış olabileceği hasar, yaban hayatının da tehlikede olabileceğini akıllara getiriyor.

Deprem sırasında ve sonrasında yaşanabilecek ikincil afetler; petrol ürünleri depolama ve dağıtım tesisleri, petrol rafinerisi, petrokimya sanayii, azot, gübre, soda, demir-çelik ve krom sanayii, Kerkük-Yumurtalık, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hatları, doğalgaz hatları ile Afşin-Elbistan, İSKEN-Sugözü, Tufanbeyli, Hunutlu Termik Santralları gibi yanma, patlama ve kimyasal çevre kirliliğine yol açma riski bulunan pek çok tesisi barındıran deprem bölgesinde, özellikle İskenderun Körfezi’nde çoklu bir kriz riski oluşmaktadır. Yangın, patlama ve sızıntı ile havaya salınan kimyasal maddelerin ve dumanın solunum yolu ile alınmasıyla bölgede pek çok akut ve kronik sağlık sorununun oluşması riski söz konusu olabilecektir.

Bölgede devam eden artçı ve birincil depremler nedeniyle tehlikeli gazların ve yanıcı/patlayıcı maddelerin bulunduğu diğer sanayi tesislerinde güvenlik kontrolleri yapılmalı; herhangi bir sızıntı, atmosfere yayılım ve yangın riskine karşı gerekli önlemler alınmalı, kamuoyu yapılan çalışmalarla ilgili şeffaf biçimde bilgilendirilmelidir. 

Diğer bir ciddi problem ise moloz atıkları… Enkazlar nedeniyle çok fazla partikül madde ve toz kirliliği meydana gelmiş durumda. Bunun yanı sıra, aynı zamanda da binaların önemli bir kısmında yalıtım için kullanılan asbestten kaynaklanan ciddi bir kirlilik sıkıntısı da söz konusu… Partikül madde olarak asbest ve tozun insanlarda kansere neden olduğu biliniyor. Dolayısıyla enkazın başında yakınlarına ulaşmaya çalışan insanlar, arama kurtarma ekipleri ve enkaz kaldırma ekipleri için de ciddi bir sağlık sorunu oluşturduğundan özel maskeler kullanılması gerekiyor. Asbest; sadece hava için değil, su kaynakları için de bir tehdit oluşturuyor. Deprem nedeniyle bölgedeki toprak katmanlarının birbirine karışması nedeniyle başka kimyasalların da yer altı ve üstü su kaynaklarını karışma riski bulunuyor. Su kaynakları için diğer bir sorun da moloz ve enkaz atıklarının sulak alanlara karışması riski. Bu atıkların nerede, nasıl depolanacağı konusu çok önemli. Bu kadar atığı taşımak için ne kadar kamyona ihtiyaç olacağı, taşımanın kaç gün/ay süreceği gibi konuların planlaması ve koordinasyonun doğru yapılması gerekiyor. 

En acil problem ise temiz suya ulaşım ve hijyen konusunda ortaya çıkıyor. Suyun kirlenmesinden kaynaklı ciddi salgınlar yaşamamak için bu tehdide karşı önlemlerin ivedilikle alınması gerekiyor. Depremlerden etkilenen şehirlerde, yer altında bulunan altyapı ciddi hasar görmüş durumda. Dolayısıyla atık su ve içme suyu altyapılarının zarar görmesiyle birlikte, atık suyun içme suyuna karışma riski oldukça yüksek. Şebekelere sağlanan su sistemlerinde ciddi kirlilik tehlikesini bulunduğundan analizlerin yapılmadan kullanılmaması gerekiyor. Kirlenmenin niteliği (Kimyasal mı? Mikrobiyolojik mi?), boyutu ve kaynakları tespit edilmeli ve buna göre önlemlerin kısa ve orta vadede hızla ele alınması büyük önem taşıyor.

Ülke topraklarımızın büyük bir kısmı deprem riskine sahip ve yıkıcı depremlerden sonra oluşan yapısal çevre kayıplarının giderilmesi ve iyileştirilmesi çok uzun sürebilir. Depremin büyüklüğüne ve de toplumun deprem zararlarını azaltmaya yönelik yapmış oldukları hazırlıklara göre bu durum farklılık gösterebilir. Deprem ve sonrasında ikincil felaketler yaşamamak adına gerçekçi ve uygulanabilir planları, yaşananlardan ders çıkarıp alınacak önlemleri ivedilikle hayata geçirmek zorundayız.