Son yıllarda küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği sorunları, ekonomik büyüme ve çevre tahribatı arasındaki ilişkiye yönelik ilgiyi artırmıştır. Ülkelerin enerji taleplerinin büyük bir bölümünü fosil yakıtlardan karşılaması, atmosferdeki sera gazı miktarını yükselterek küresel ısınmaya neden olmaktadır. Bu nedenle CO2 emisyonunun azaltılması, ülkelerin çevre politikalarında öncelikli hedef haline gelmiştir.
Dünyada nüfus yoğunluğunun aşırı bir şekilde artması, yoğun göç ve kentleşme hareketleri, yaşam standartlarının yükselmesi, Endüstri Devrimi’nden günümüze kadar yoğunlaşan sanayi üretimindeki artışların sonuçları olarak yaklaşık son 150 yıldır gittikçe artan ve aşırı miktarda tüketilen petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtları ve arazi örtüsündeki değişimler nedeniyle, büyük miktarda zararlı gaz ve parçacıkların atmosfere salınması, küresel ısınmaya neden olan en önemli etkenlerdir.
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yayımlanan, ‘İklim Bağlantılı Doğal Afetlerin İnsani Maliyeti’ isimli raporda, 20 yılda kayıtlara geçen küresel olarak toplam 6 bin 457 doğal afetin yüzde 90’ı sel, fırtına, sıcak hava dalgası, kuraklık ve diğer aşırı iklim hareketlerinden kaynaklandığı, 1995 yılından bu yana aşırı iklim hareketleri kaynaklı afetler nedeniyle 606 bin kişinin yaşamını yitirdiği, 4,1 milyar insanın ise etkilendiği belirtilmektedir. (Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, 2020) Hükümetler Arası İklim Değişimi Paneli (IPCC) Küresel İklim Modelleri ile yaptığı projeksiyonlara göre Türkiye’de sıcaklıklar kışın 2 °C, yazın ise 2-3 °C artarak 2030 yılında oldukça kuru ve sıcak bir iklim etkisine girebilir. Yağışlar kışın az bir artış gösterirken yazın yüzde 5-15 azalabilir. Söz konusu senaryolara göre, Akdeniz Havzasındaki su seviyesinde 2030 yılına kadar 18-12 cm, 2050 yılına kadar 38-14 cm ve 2100 yılına kadar 65-35 cm yükselme beklenmektedir.
Küresel iklim değişikliğinden Türkiye’nin olumsuz şekilde etkileneceği beklenmektedir.
Türkiye’nin sektörlere göre emisyon miktarlarına baktığımızda, enerji sektörü ilk sırada yer almaktadır.
Toplam sera gazı emisyonlarında CO2 eşdeğer olarak en büyük payı yüzde 70 ile enerji kaynaklı emisyonlar alırken bunu sırasıyla yüzde 14 ile tarım, yüzde 13 ile endüstriyel işlemler ve ürün kullanımı ve yüzde 3,1 ile atık sektörü takip etmektedir.
Toplam CO2 emisyonlarının 2021 yılında yüzde 32,7’si elektrik ve ısı üretiminden olmak üzere yüzde 85,2’si enerji sektöründen, yüzde 14,5’i endüstriyel işlemler ve ürün kullanımı sektöründen, yüzde 0,3’ü ise tarım ve atık sektörlerinden kaynaklandığı TÜİK Sera Gazı Emisyon İstatistikleri, 1990-2021 raporunda belirtilmiştir.
Sera Gazı Envanter Raporuna göre Türkiye’nin sera gazı emisyonlarının başlıca belirleyicisi nüfus ve GSYİH’dir. Kişi başı emisyonların 4 tondan 6,1 tona çıkması, ekonomik büyümenin sera gazı artışındaki etkisinin nüfus artışından daha önemli olduğunun bir diğer göstergesidir.
Ülkemizin 2053 yılı için net sıfır hedefine ulaşmak için sektörel bazda sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik acil önlemler alması gerekmektedir.