Isıtma sistemleri alanında yerli üretim vizyonuyla yola çıkan Mira Isı Sistemleri, bugün sadece Türkiye’de değil, farklı kıtalarda da adından söz ettiren güçlü bir sanayi markasına dönüşmüş durumda. 30 yılı aşkın üretim deneyimiyle sektörde adından söz ettiren firma, yerli üretimiyle hem ekonomiye katkı sağlıyor hem de teknolojik rekabetin içinde güçlü bir yer ediniyor. Firmanın kurucusu İlker Özaslan, BTSO Ekonomi’ye verdiği özel röportajda; üretimden ihracata, sanayide mekansal ihtiyaçlardan mesleki eğitime, sivil toplumlardan çevreye kadar geniş bir perspektifle sanayicinin yolculuğunu aktardı.

Firmanızın üretim yaklaşımı ve ürün yelpazesi nasıl şekillendi?

Ben İlker Özaslan. Mira Isı Sistemleri firmasının kurucusuyum. 1995 yılında 1995 ile 2025 yılları arasında geçen 30 yıllık süreçte sürekli üretim yapan bir firma olduk. Spesifik ve niş ürünler üretiyoruz; yani Türkiye’de çok fazla üretilmeyen ya da üreticisi az olan ürünlere odaklanıyoruz. Ürünlerimizin tamamı, daha önce yurt dışından ithal edilen ürünler. Biz bu ürünleri yerlileştirerek üretmeye başladık ve bundan hem mesleki hem de milli bir gurur duyuyoruz. Bizim için sadece maddi kazanç değil, ülkemize katkı sağlamak da çok değerli.

Türk milleti olarak her şeyi yapabilme kabiliyetine sahibiz; bunu Cumhuriyet’in ilk yıllarında, 15 yıllık kalkınma döneminde zaten ispatladık. Bugün de aynı azimle, özellikle savunma sanayi başta olmak üzere birçok sektörde büyük başarılara imza atılıyor. Bir Türk’e imkan verilirse her şeyi başarabilir. Ayrıca, günümüzde artık kapalı değil, açık bir ekonomi söz konusu. Bu nedenle yalnızca Türkiye’yi değil, dünyayı pazar olarak görmek zorundayız. Sadece iç pazara odaklanmak, büyümeyi sınırlar.

Ürün geliştirme süreciniz nasıl ilerledi?

Firmamızda ürünlerimizi dönemsel olarak yeniliyor, değişen ihtiyaçlara ve pazarlara göre şekillendiriyoruz. Örneğin, 1995 yılında doğalgaz sobası üretimine başladık. Başta ithal ettiğimiz bu ürünü zamanla yerlileştirerek üretir hale geldik. 1999’da kombi, 2007’de ise şömine üretimine başladık. Bu ürünler, o dönem Türkiye’de yaygın olarak üretilmeyen ürünlerdi.

2011 yılında ise doğalgazlı radyant ısıtıcı üretimine geçtik. Bugün kafe ve restoranlarda gördüğünüz açık hava ısıtıcılarını Türkiye’de ilk yerli üreten firmayız. Bu ürünler daha önce sadece ithal ediliyordu. Şu anda Bulgaristan, Romanya başta olmak üzere birçok ülkeye ihracat gerçekleştiriyoruz.

Pandemiyle birlikte kafe ve restoran sektöründe yaşanan daralma, bizim de iş hacmimizi etkiledi. Bu durum, yeni iş alanları arayışına girmemize neden oldu. Araştırmalarımız sonucunda, dünya genelinde büyük bir pazara sahip olan kümes ısıtıcıları üretimine başladık. Bugün doğalgazlı, mazotlu ve elektrikli olmak üzere üç farklı tipte kümes ısıtıcısı üretiyoruz. Bu üç tipi bir arada üretebilen firma sayısı dünyada oldukça az; biz de bu nadir üreticilerden biriyiz.

Ürettiğimiz ürünler, Avrupa Birliği ülkelerinde üretilen benzerlerinden daha ileri teknolojiye ve otomasyon sistemlerine sahip. Teknolojik altyapımız, inovasyona verdiğimiz önem ve rekabetçi fiyat politikamız sayesinde pazarda güçlü bir konuma sahibiz. Bugün, Peru, Meksika ve Güney Afrika Cumhuriyeti gibi uzak coğrafyalara kadar uzanan bir ihracat ağımız var.

Üretim alanlarınız yeterli mi?

Firmalarımız, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde sürekli büyümek, verimliliklerini ve üretim kapasitelerini artırmak zorunda. Aksi takdirde küresel rekabette ayakta kalmak mümkün değil. Biz de Mira Isı Sistemleri olarak yüksek tempolu üretim modeline alışkınız. Ancak bizim gibi binlerce firma var ve mevcut üretim alanları artık yeterli değil.

Bugün üç ayrı binada üretim gerçekleştiriyoruz. Oysa insan kaynakları, Ar-Ge ve üretimin tek çatı altında toplanması; verimliliği ve koordinasyonu ciddi anlamda artırır. Fakat kent planlamasındaki yetersizlikler, sanayiciyi bu anlamda zorluyor.

Sanayiyi geliştirmek istiyorsak, üretim alanlarımızı teşvik ve destek mekanizmaları ile genişletmeliyiz. Ruhsatsız işletmeler kayıt altına alınmalı ve mekansal planlama yoluyla daha sağlıklı bir üretim altyapısı oluşturulmalı. Özellikle KOBİ’lerimizin bu konuda desteklenmesi şart.

Bu bağlamda Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın KOBİ OSB Projesi, yalnızca Bursa’nın değil, çevre illerin de mekânsal planlama sorunlarını çözebilecek ölçek ve vizyona sahip. Bugün baktığınızda, Bursa’daki OTOSANSİT gibi yapılar 50 yıl öncesinin çözümleriyle kurulmuş. O günden bu yana benzeri yeni yapılar ortaya konmadı. Bu ciddi bir eksikliktir.

Günümüzde şehir içinde hala sanayi faaliyetleri, tamirhaneler, küçük işletmeler yaygın durumda. Oysa bu işletmeler çevre kirliliğine yol açıyor. Bu tablo sürdürülebilir değil. Küçük sanayi siteleri, OTOSANSİT gibi alanlar şehir dışına planlı olarak taşınmalı, çevreye duyarlı yeni sanayi alanları kurulmalıdır.

Bu nedenle BTSO’nun başlattığı KOBİ OSB projesi yalnızca hayata geçirilmemeli, aynı zamanda kamuoyu baskısıyla daha da güçlendirilerek desteklenmelidir. Bu, hem sanayicinin nefes almasını sağlar hem de kentlerin sürdürülebilir kalkınmasına katkı sunar.

Sanayici için en büyük sorun sizce nedir?

Sanayicinin en büyük zorluklarından biri, sermayeyi yıllar içinde oluşturmasına rağmen nitelikli insan gücüne ulaşmakta zorlanmasıdır. Makine parkınızı kurabilir, gerekli teknik bilgiye (know-how) sahip olabilirsiniz; ancak bu yapıyı çalıştıracak kalifiye personel olmadan üretim sürdürülebilir hale gelemez. Ne yazık ki bugün, diploma sahibi binlerce kişi bulunmasına rağmen bilgi düzeyleri yetersiz. Eğer lise düzeyinde güçlü bir eğitim veremezseniz, yükseköğretimde bu sorun devam eder. Oysa sanayide üretimin gerçek kaynağı meslek liseleridir. Bu nedenle meslek lisesi sayılarının mutlaka artırılması gerekiyor. Türkiye’deki liselerin en az %40’ı meslek lisesi olmalı. Bugün CNC makineleri alabiliyorsunuz ama onları işletecek personeli bulmakta güçlük çekiyorsunuz. BUTGEM bu konuda önemli işler yapıyor, ancak sayıca yeterli değil. Her organize sanayi bölgesinin, kendi büyüklüğü ölçüsünde bir meslek lisesi kurması gerektiğine inanıyorum. Bu, hem gençlerin önünü açar hem de sanayinin ihtiyaç duyduğu iş gücü altyapısını güçlendirir.

Sivil toplumda aktif olmak size ne kazandırdı?

İş hayatı ve ev hayatının yanında, insanın mutlaka bir de sosyal hayatı olmalı. Bu bakış açısıyla, 2009 yılında 30 arkadaşımla birlikte Bursa Mühendis Mimar İş İnsanları Derneği’ni, yani BUMİAD’ı kurduk. Tamamı mühendis ve mimarlardan oluşan bir yapıyla yola çıktık. Bugün BUMİAD 16 yaşında ve 110 üyesiyle aktif şekilde faaliyet gösteriyor.

Yerel yönetimlere yönelik projeler geliştiriyor, üyelerimizin birbirleriyle iletişimini artırmak adına sosyal etkinlikler düzenliyoruz. Aynı zamanda ekonomi ve güncel konular üzerine özel konferanslar organize ediyoruz. Ben bu derneğin kurucusuyum ve kuruluş felsefesi bana ait; bu fikir şahsımdan çıkmıştır. BUMİAD bugün hâlâ bu ilkeler doğrultusunda yoluna devam ediyor. Bayrağı devralan arkadaşlarımız da bu sorumluluğu başarıyla taşıyor. Bizler de her dönem onlara gerekli desteği sunmayı sürdürüyoruz.

BUMİAD’dan sonra Bursa UNESCO’da çalışmalarınız nasıl gelişti?

BUMİAD başkanıyken Bursa, UNESCO tarafından Dünya Mirası ilan edildi. Bu gelişme, UNESCO alanında da sorumluluk üstlenmem gerektiğini düşündürdü. Bu süreçte Tophane UNESCO Gençlik Derneği’yle tanıştım. Önce başkan yardımcılığı, ardından başkanlık görevini üstlendim. Sonrasında derneğimizi Bursa UNESCO Derneği olarak yeniden yapılandırdık, üye sayımızı artırarak büyümeyi sağladık. İzmir ve İstanbul’da temsilcilikler açtık.

Bursa’daki merkezimiz, Cumalıkızık’ta yer alan sergi evimizdi. Ayrıca Nilüfer Belediyesi’nden tahsis ettirdiğimiz Misi Köy Konağı’nı Türkiye’nin ikinci UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi haline getirdik. Bugün bu müzede; ebru sanatı, çini, masal anlatımı, keşkek pişirme gibi birçok geleneksel unsur canlı olarak uygulanıyor.

UNESCO Genel Merkezi’nden akreditasyon alarak Türkiye’de akredite olmuş sekiz dernekten biri olmayı başardık. Bu sayede, Paris’teki UNESCO merkezi bizi danışman kuruluş olarak kabul etti. Bu sorumluluğun bilinciyle, geçtiğimiz yıl Türkiye genelinde somut olmayan kültürel miras temalı bir fotoğraf yarışması düzenledik. Bu yarışmada BTSO başta olmak üzere çeşitli kurumlardan destek aldık.

Bu yıl ise üniversite öğrencilerine yönelik kısa metrajlı belgesel film yarışması başlattık. Gençlerin kültürel değerlerimize ilgi duymalarını, araştırmalarını ve üretmelerini teşvik etmek istiyoruz. Kültür Yolu Festivali kapsamında, Misi’deki müzemiz Kültür Bakanlığı tarafından resmi paydaş olarak görevlendirildi. Festival süresince farklı atölyelerde etkinlikler gerçekleştireceğiz.

Bugün Bursa UNESCO Derneği olarak, Bursa’nın kültür ve sanat alanında çatı kuruluşlarından biri olma hedefiyle emin adımlarla ilerliyoruz.

BTSO’daki göreviniz süresince gözlemleriniz neler oldu? Odanın kent için rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir dönem BTSO 20. Meslek Komitesi’nde komite başkanlığı yaptım, şu anda ise meclis üyeliği görevini sürdürüyorum. BTSO, gerçekten çok büyük ve güçlü bir kuruluş. Attığı adımlar ve gerçekleştirdiği projeler oldukça iddialı ve örnek teşkil edecek nitelikte.

Özellikle TEKNOSAB, Türkiye’de başka hiçbir ticaret ve sanayi odasının hayata geçiremediği ölçekte çok özel bir yatırım. Bu tür projeler, yalnızca sanayinin gelişimi açısından değil, Bursa'nın ulaşım altyapısının iyileştirilmesi, çevre kirliliğinin azaltılması, yer altı sularının ve akarsuların korunması açısından da büyük önem taşıyor.

Aynı şekilde, MESYEB ve BUTGEM gibi eğitim ve yetkinlik merkezlerinin yaygınlaştırılması, yalnızca belirli bölgelere değil tüm şehre hizmet edecek şekilde genişletilmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu tür yatırımlar hem bireylerin mesleki gelişimine hem de kent genelinde sanayiye nitelikli iş gücü sağlamaya katkı sunuyor.

Özellikle gençlere ve girişimcilere nasıl bir tavsiyeniz olur?

40 yıllık çalışma hayatım boyunca yaşamımı hep dengeli sürdürmeye özen gösterdim. Gençlere de aynı yolu öneriyorum. Hayatın her alanında aktif olmalılar; “Ben bu işi yapmam, bana lazım olmaz” dememeliler. Çünkü bizler öyle bir mesleki eğitim sürecinden geçtik ki, her alanda uygulamalı deneyim kazandık. Şimdi ise ihtiyacımıza göre bu tecrübelerden faydalanıyoruz.
Gençler sosyal hayattan kopmamalı. Özellikle sivil toplum kuruluşları, hem bireysel gelişim hem de toplumun demokratikleşmesi ve kalkınması açısından son derece önemli. Sosyal hayatta var olmak, sadece kişisel değil, toplumsal sorumluluğun da bir parçasıdır.