Eko-verimlilik kavramı, UN Çevre Programı tarafından “bütünsel ve önleyici bir çevre stratejisinin ürün ve süreçlere sürekli olarak uygulanması ile insanlar ve üzerindeki risklerin azaltılması” olarak tanımlanmaktadır. Yüksek verime sahip üretim teknoloji ve yöntemlerinin kullanımıyla, aynı miktarda üretim için daha az doğal kaynak ve enerji kullanımı ve daha az atık üretimi prensibine dayanan bir yaklaşımdır.
İklim değişikliğinin tarihsel süreci ile endüstri arasında kuvvetli bir bağın olması, sanayi tesislerini iklim değişikliği kapsamında önemli hale getirmektedir. Bilindiği gibi, sanayide kullanılan enerji, daha çok sınırlı bir kaynak ve sera etkisi yüksek olan fosil yakıtlardan sağlanmaktadır. Özellikle son zamanlardaki hızlı yapılanma, teknolojik-endüstriyel gelişme ve kontrolsüz nüfus artışı çok daha fazla hız kazanmış olup ekolojinin göz ardı edildiği ve tüketimin ön planda olduğu kontrolsüz bir kalkınma sürecine sebep olmuştur. Bu kalkınma modelinde sınırsız üretim, mevcut kaynakların sınırsız tüketimi ve yüksek kar payı olguları ön plana çıkmıştır. Sanayide kaynakta azaltım, geri dönüşüm ve geri kazanım gibi kavramlar ile son dönemde eko verimlilik (temiz üretim), çevre dostu teknolojiler ve endüstriyel ekoloji gibi kavramlar yer almaya başlamıştır. Mevcut potansiyelin en iyi şekilde kullanılması gerekliliği hem çevre kalitesi hem de üretimin sürdürülebilirliği açısından da zorunludur. Kaynakların sınırlı olduğu bir dünyada, kaynak yoğun üretim ve tüketim biçimleri ile sınırsız bir ekonomik büyümenin artık mümkün olmadığı görülmektedir. Arzın sınırlı olduğu bir ekonomide sürekli artan ve gelecekte de artmaya devam etmesi öngörülen küresel kaynak talebini karşılamakta mümkün değildir. Bu nedenle artık doğrusal ekonomiden döngüsel ekonomiye geçiş başlamıştır. Döngüsel ekonomide ürün ve endüstriyel süreçlerin kaynak ve materyalleri sürekli olarak akışta ve kullanımda kalacak şekilde uygun olarak tasarlanması ile atıklar en aza indirgenmekte; çıkması kaçınılmaz olan atıklar ve kalıntılar ise geri dönüştürülmekte veya geri kazanılmaktadır. Yani doğal kaynak kullanımından bağımsız bir ekonomi modeli benimsenmeye başlanmıştır. Bu geçiş için temiz üretim teknolojilerini kullanmak ve prosesleri yeni sürece hazırlamak gerekmektedir.
Temiz üretim teknolojileri birçok avantajlarına rağmen, başarılı bir şekilde gelişmesi ve programın uygulanması açısından çeşitli engellerle karşılaşmaktadır. İşletmeler genellikle zaten kurulmuş olan proses ya da yöntemini değiştirmek konusunda dirençli davranmaktadırlar. Ayrıca, birçok temiz üretim teknoloji programları aslında mevcut uygulamalardan daha maliyetli olacak izlenimini taşımaktadır. Halbuki temiz üretim proseslerine geçiş, proses verimliliğinin artırılması, enerji, doğal kaynak ve hammadde kullanımının azaltılması gibi bir kuruluş için doğrudan işletme verimliliğini ve katma değeri artıracak sonuçlar doğuracaktır. Daha az enerji, doğal kaynak ve hammadde kullanarak aynı işlevi yerine getiren ürünlerin üretilmesi de, ürün maliyetinin düşmesi ve kuruluş için karlılığın artması anlamına da gelmektedir.
Sürdürülebilir üretim, büyüme ve uluslararası rekabet gücünün artırılması için temiz üretim teknolojilerini yaygınlaştırmak bir zaruriyettir. İklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgelerden biri olan Akdeniz Havzası’nda yer alan Türkiye’nin ve Türk sanayisinin geleceğinde iklim değişikliği ile mücadele önemli bir rol alacaktır.
Doç. Dr. Efsun Dinar